içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

ALEVİ İNANCINDA HANGİ HALLERDE ALEVİLİK DIŞINA ÇIKILIR ?

Pir Sultan Abdal bir deyişinde şöyle diyor;
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.

Alevi /Bektaşi inancında önemli bir yeri olan Pir Sultan Abdal’ın kast ettiği Kadı kimdir? Ne iş yapar?
Osmanlı İmparatorluğu’nda her kaza merkezinde bir şeriat mahkemesi bulunuyordu. Bunların başında da aynı zamanda Halife olan Padişah tarafından atanan birer Kadı görev yapıyordu. Görevi, idarî, malî, askerî gibi her hususta padişahın emrettiği biçimde hüküm vermekti. Kadı, Osmanlı düzeninin resmi Hakim’idir. Yani yetkileri çok geniş olan yargıçtır.
Peki Pir Sultan Abdal neden bu Kadı (1) için olumsuz bir tanım yapmaktadır?
Pir Sultan Abdal, Osmanlı Kadı’sının adalet dağıtan bir yargıç olduğuna inanmamaktadır.
Bundan dolayı da onu tanımamaktadır. Bunu bir başka deyişinde de şöyle açıklamaktadır.
Yorulan yorulsun, ben yorulmazam,
Derviş makamından ben ayrılmazam,
Dünya kadısından ben sorulmazam,
Kalsın benim davam dîvana kalsın.

Kadı, Pir Sultan Abdal’ın taşlanmasını emretmiş bir zalimdir. Onu zalim olarak tanımlamakta ve adalet dağıtmadığını da şu deyişinde açıklamaktadır.
Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi zâreler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi pareler beni.

Osmanlı dönemi Alevi Halk ozanlarından Dertli (2) bir şiirinde Kadı’nın haramzade olduğunu şöyle açıklıyor.
Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde?

Kadı sadece Osmanlı düzeni doğrultusunda karar vermenin ötesinde çoğu zaman kendisine rüşvet veren lehinde karar veriyordu. Kendi köpeklerinin haram yemediğini, ancak Kadı’nın haram yediğini söyleyen Pir Sultan, bu haramzadeliği şöyle açıklıyor.
Koca başlı koca Kadı
Sende hiç din iman var mı?
Haramı helali yedi
Sende hiç din iman var mı?

Osmanlının son zamanlarında sırça köşkleri olan, şöhretleri yaygın, varlıklı Kadızadeler çok yaygındı. Köşklerin en güzelleri, yalıların en şatafatlı olanlarında bu küpleri altınlarla dolu Kadızadeler otururlardı.
Babaları veya dedeleri kadı oldukları dönem içinde Allah onlara ‘’Yürü ya kulum’’ demiş, onlar da servetlerine servet katmış, bu servetleri evlatlarına, torunlarına yetecek kadar birikmiştir.
Peki bu servet nasıl oluşmuştu? Elbette rüşvetle. Bu şeriat mahkemelerinde genellikle bol akçeyi basan her zaman haklıydı. Ona itiraz eden daha büyük cezalara katlanmak zorundaydı. İşte Pir Sultan’ın tanımadığı, red ettiği Kadı böyle bir yargıçtı. Peki Pir Sultan’ın adalet dağıtmadığına inanmadığı adaleti kim dağıtacaktı? Halk arasındaki anlaşmazlıkları kim çözecekti?.
Bu durumu Alevi Dedeleri şöyle açıklarlar.
Cemlerimizde Hakk divanı vardır. Buranın yalancı hakimi, yalancı savcısı, yalancı şahidi yoktur. Burada her şey dosdoğrudur. Özünü, Dar’a (3) çekeceksin.
Aleviliği her koşulda yüzyıllarca ayakta tutan ve bulunduğu çağların her zaman daha ilerisinde tutan bir sosyal adalet sistemi vardı. Bu sosyal adalet sistemi gücünü inancından almakla beraber, kendi tabanının sorunlarını kendi içinde çözmekle mümkün olabilmiştir.
Bu sistemde eğer sosyal adalet sistemi doğru çalışmamış olsaydı hem kısa süre içinde adalet anlayışı zedelenir, hem de dokunun bozulması ile toplumda çözülme meydana gelirdi.
O halde bu sosyal adalet sisteminin dışına çıkmamak gerekiyordu. Halkın bu sosyal adalet sisteminin dışına çıkmaması için bir yandan ‘’Bu divan Hakk Muhammed Ali divanıdır’’ denilerek adaletin Ehlibeyt yolu içerisinde sağlanması gerektiği vurgulanırken, diğer yandan da alternatif adalet anlayışlarına kapı sıkı sıkıya kapatılıyordu.
İnsan sosyal bir varlıktır. Onun doğuştan gelen insani ve gayri insani yanları vardır. İnsan ağlar, insan güler, insan neşelenir. İnsan kızar, öfkelenir. İnsanoğlu hırslıdır. Bencildir. Kendi çıkarını gözetir. Bu çıkar gözetmede bazen merhamet kantarının topunu kaçırır.
Alevi inancı ise Ham Ervah (Çiğ ruhlar) olan insanı 4 Kapı 40 Makam aşamasından geçirerek onun insani olmayan yanlarını sınırlar. Onu birlikte yaşadığı diğer insanlarla bir arada barış içerisinde yaşamaya teşvik eder. Onu Kâmil insan olmaya davet eder. Tüm yaşam kurguları da zaten bunun üzerinedir.
Alevilik bunun için ‘’Kendinize yapılmasını doğru bulmadığınızı başkasına yapmayınız’’ ilkesini kendisine rehber edinmiştir.
Hünkâr Hacı Bektaş Veli bunu şöyle açıklar. ’Nefsinize ağır geleni başkasına tatbik etmeyiniz’’.
Alevi toplumunda da insan muhakkak ki kusur işler. Bu kusurlar bazen büyük olur ve suça dönüşür. Zaman, zaman da çok ağır suçlar işlenmiştir.

Aleviler kendi sosyal tabanı içinde buna çeşitli çözümler bulmuşlardır. Örneğin ‘’Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır’’ diyerek insan öldürmeyi yasaklamışlardır. ‘’İnsan öldüren(ler) Hakk’ın Kâbe’sini yıkmıştır’’ diyerek buna çok sert yaptırım uygulamışlardır.
Ancak bütün bunlara rağmen Alevilerin zaman, zaman adam öldürdükleri görülmüştür. Böyle hallerde dahi hemen devreye Alevi inancı girmiş, olayın ‘’Kan davasına” dönüşmesini engellemiş, yapılan Cem’lerde buna çeşitli çözümler bulmuştur. Bu çözümlerden en çok kabul göreni genelde adam öldüren kişinin ailesinin öncelikli olarak bölgeden göç etmesi şeklinde olmuştur.
Alevi inancı suçu ‘’Şahsi (4)’’ olarak esas alır. Teşvik, göz yumma, azmettirme gibi haller yoksa suçlunun aile bireylerini, akrabalarını suçun ortağı yapmaz. Adam öldürme olaylarında genel kabul gören uygulama da taraflar arasına ‘’Kivrelik’’ veya ‘’Musahiplik’’ gibi son derece kutsal bağlar kurdurarak olayların büyümesini engelleyip gidişatı tersine çevirmiştir.
Aleviler arasında sayısız adam öldürme vakasından hemen sonra yapılan Cem’lerde söz konusu aileler Kirve veya Musahip yapılarak düşmanlık, dostluğa dönüştürülmüştür. Alevilikte bunun adı ‘’İkrar olmak (5)’’ demektir. İkrar olan ailelerden hiç biri ‘’İkrar’’(söz verişlerin dil ile onay) kavramının dışına çıkamaz.
İkrar kavramını çiğneyenler artık Alevi değildirler. Onların yol önderleri olan Pir, Rehber ve Mürşid’leri artık bu taliplerine gitmez. Musahiplikleri geçersiz kılınır ve bitirilir. Bundan dolayı tarihte ‘’İkrar’’ bağının çiğnenmesi çok ender yaşanmıştır. Bu değerleri çiğneyenler artık Alevi değildirler. Alevi sistem ve inancının dışına itilirler. Alevi inancında suçlu genelde ‘’Düşkünlük’’ (yoldan çıkarılma, ortak toplum yaşamından dışlama) (6) ile cezalandırılarak bir süreliğine toplumun dışına çıkarılır.
Düşkünlük cezası Alevilik içinde verilen bir cezadır. Düşkün cezasını çektikten sonra (7) toplum içine kabul edilir. Dışlama cezası bir süreliğine verilen cezadır. Bir bakıma ‘’Daha ağır suç işlenirse toplumun tamamen dışına itilme’’ durumundan bir önceki haldir.
Alevi inancı hemen her halde kişiyi tamamen toplum dışına itmemeye de özen gösterir. Bundan dolayı verilen cezaların birçoğu da Kurban tığlama (kesme) cezalarıdır. Bu cezayı alan kişi kurban tığlayarak konu komşuya, yoksullara dağıtır. Böylece komşuları ile tekrar sosyal bağların güçlenmesine bir veri sağlanmış olur.
Adam öldürmeler Alevi inancında kabul edilmeyen durumlar olmasına rağmen bazı özel durumlarda, örneğin nefis müdaafa, düşmanla işbirliği gibi hallerde buna göz yumulur (8).
Alevi uygulamalarında gerek İkrar bağının çiğnenmesi ve gerekse adam öldürmeler ender rastlanan durumlar olmasına rağmen bu durumlar nefisine yenik düşmek ve Alevi inancına bağlılıktan kopmak olarak algılanır. Başka bir deyimle kişi çok büyük suç işleyerek kendini Aleviliğin dışına attırmıştır.
Ancak Aleviler arasında bundan daha vahim durumlarda yaşanmıştır. Kişinin bazen Alevilik dışı mercilerle irtibat kurduğu görülmüştür. Örneğin böyle ağır ve rafine sorunlarla (müşkülü ile ) ilgili bir durumda Alevi Dedeleri, Bektaşi Babalarına değil de Müftüye başvurması gibi.
Alevinin inanç temsilcisi Müftü değildir ve ondan çözüm aranmaz. Bu durum kabul edilir bir durum değildir ve ikrar çiğnenmiştir. Böyle durumlarda bile Alevilik kapısı tam kapanmamıştır. Kapıda küçük de olsa bir aralık bırakılmıştır. Kişinin hatasını anlayarak durumu düzeltilmesi için büyük çaba sarf etmesi, Cem’de dara durarak hakkında verilecek karara razı olması gerekecektir.

Tabii Cem’de DAR’A (hüküm kapısında dikilme) durması için kişinin Alevilik içinde kalacağını ve büyük hata ettiğine çevresini inandırması gerekecektir. Uzun uğraşlar ile kişi düşkünlük sonrası tekrar Alevilik içine alınır.
İşlenen bazı suçlarda ise Alevi inancı artık devre dışıdır, işlevsizdir, yapacağı fazla bir şey yoktur. Yapabileceği tek şey, tekrarının olmaması için toplumu uyarmaktır. Bu suçların başında Alevilere karşı kendi inancı dışındaki mercilerle işbirliği yapmak vardır.
Örneğin muhbirlik, ajanlık bunların başında gelir. Ajanlık (8) Aleviliğin kesinlikle kabul etmediği bir durumdur. Bir Alevinin birini Kadı divanına şikayet etmesi ile Kadı divanını oluşturduğu sistemle işbirliği (9) yapması aynı değildir.
Bunu şöyle açalım; bir Alevinin bir başka Aleviyi sistemin kurumlarından birine şikâyet etmesi hoş görülmeyen bir durum olmasına rağmen daha sonraki süreçte, örneğin; mahkemede yüzleşeceklerdir. Her iki tarafta kendi kendilerinin haklılığını ortaya koymaya çalışacaklardır. Şikâyet eden ile edilen bellidir. Ancak ajanlık, muhbirlik bunun gibi değildir. Ajanın jurnallediği kişi hakkında ne konuştuğu, neler söylediği ve karşılığında ne aldığı belli değildir. Bu kaçak bir dövüşe benzer. Burada mertlikten bahsetmek mümkün değildir.
Alevilik ise kendi Hakk – Muhammed - Ali adaletini simgeleyen Dar Divanı dururken davaların başka yerlerde görülmesini kesinlikle kabul etmez ve bu tür davranışta bulunan kişiyi Dar Divanına davet etmez. Zaten ajanlık, muhbirlik yapan kişi artık adaleti Hakk - Muhammed - Ali divanında değil onun zıddı olan Kadı divanı ve onun uzantılarında aramış ise artık ona Alevi denilmez.
Alevilik, İkrar yolu ile Hakk - Muhammed - Ali inancına bağlanmanın yoludur. Bunun dışına çıkan Alevilikten çıkmış olur. Alevi Dedeleri, Hakk- Muhammed- Ali inancının bağlı olduğu Cem uygulamaları ve Dar Divanı için şöyle derler.
‘’Bizim mahkememiz yalancı şahidi, yalancı avukatı, yalancı ve hileci hakimi olmayan Hakk ve Halk mahkemesidir. Hakk –Muhammed-Ali Dar’ıdır. Burada hile olmaz. Buna uymayana da Alevi denmez’’. Osmanlı Devletinin özellikle Hilafeti getirmesi (10) sonrası Alevilik kendi davalarını kesinlikle Kadı Divanına havale etmemiştir.
Alevilik şüphesiz bu uygulamaları Osmanlı’nın Hilafeti getirmesi sonrası daha sıkı uygulamaya soktu. Ondan önce göreceli olarak Osmanlı ile barışık olmasına rağmen bu süreçten sonra artık ondan tamamen umudunu kesmiştir. Bunda Safevi Devletinin kurulması ve Şah İsmail’in (11) kuvvetli beyitlerinin de etkisi vardı. Ancak her şeye rağmen Aleviler kendi sorunlarına kendi içinde çözüm arayan bir inanç biçimidir. Bir Alevi davalarını kendi içinde çözmenin ötesinde yabancı bir ülke temsilcileri ve ajanları ile ile benzeri iş birliği yapmış ise 2 defa Alevilikten çıkmıştır. Onun artık ne bu dünyada, ne öteki dünyada Hakk- Muhammed -Ali inancı içinde yeri yoktur.
O artık bir düşkün de değildir. Çünkü düşkünlük Alevilik içinde belli bir süre için yaptırım biçimidir. Kadı divanı veya yabancı ülke ajanları ile işbirliği yapan kişi tıpkı Hızır Paşa örneğindeki gibi Alevilikten bir daha içine dönmemek üzere uzaklaştırılmıştır. Onun davası beşeri (dünyevi) olan Hakk –Muhammed-Ali divanında çözülmez.

Pir Sultan Abdal böyle durumlar için şöyle der.

Dolanıp çevrilip bir gün gelirsin
Ettiğin işlere pişman olursun
Orda da mı Hızır Paşa olursun
Kalsın benim davam divana (12) kalsın.

Hakk -Muhammed -Ali divanı varken davalarını Kadı divanı ve onun uzantılarına (13) götürmeyi Alevilik red (14) etmiştir. Osmanlı’da olan bu ret etme hali yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti ile ilgili değildir. Asıl olan davaların Hakk- Muhammed- Ali divanında çözülmeleridir. Kaldı ki bu yeni cumhuriyette de davalara adil kararlar verilmediği çok görülmüştür.
Dersim’de Seyyit Rıza’nın idam kararı ve bunun biçimi, tek partili dönemde bazı yurtsever aydınların hapishanelerde çürütülme kararları, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 mahkemelerinin uygulamaları, emperyalizme karşı cephe alanlara verilen cezalar buna örnek gösterilebilir. Pankart açan öğrencilere verilen ağır cezalar, Pastane’den baklava çalan çocukları 8- 10 yıl gibi hapiste tutmalar, buna karşı büyük soygunlar yapan rantçı çevrelerin muteber insanlar olarak yargılanmamaları, Hakk -Muhammed -Ali divanının ne kadar önemli olduğuna delildir. Bu günde sahte delillerle Silivri toplama kampında yurtseverlere uygulanan cezalar dikkat çekicidir.

Alevi inancı, toplumu Rızalık üzerine kurulmuştur. Hakk -Muhammed -Ali inancında kalmak, yani Alevi olmak ta bir Rızalık işidir. Bu Rızalık öğretisini Rıza Şehri Beyannamesinden (15) almıştır. Hakk- Muhammed-Ali divanı, rızalık üzeredir. Bu divanda suçlunun cezası suçlular ve ona yardımcı olanlar olarak derecelendirilmiştir. Ajanlık yapan kişilerin suçlarını görmezlikten gelme, onu örtbas etmeye çalışma, bunu yapan veya yapmaya eğilimli olanları yaptıkları işin yanlış olduğu noktasında uyarmayan, bunun Alevi inancındaki karşılığını bildiği halde söylemeyen kişiler de suçludurlar. Ancak onların suçları eğer azmettirici değillerse asıl suçlu kadar ağır değildir.

Suçların durumu bulunduğu konuma göre değişkendir. Örneğin evliliklerde çok sık görülen bir durumu analiz edelim.

Kız kaçırmak, Sözlü kızı kaçırmak, Nişanlı kızı kaçırmak, Evli kadını kaçırmak, Evli kadına tecavüz etmek, Evli kadını tecavüz ettikten sonra öldürmek gibi. Yukarıda sıraladıklarımızın ilk üçü kabul edilebilir durumda iken son 3 durum kabul edilebilir değildir.
Kız kaçırmak. Bu durum Türkiye’de ve yakın coğrafyada sık görülen bir durumdur. Burada Rızalık durumu yoktur. Bu durum kendi içinde ikiye ayrılır.
A- Kızın gönüllü kaçması,
B- Zorla kaçırma. Burada A - Şıkkı genelde kızın evleneceği gence verilmemesi durumunda veya ekonomik durumlarının zayıf olması, yaş haddinin elverişsizliği, kızın ailesi tarafından başka bir gence verilme arzusu durumlarında görülür. Kızı kaçan aile kız özellikle yetişkin olup 18 yaş veya onun üstünde ise ilk dönemlerde Rızalıkları olmadığı için gücenmelerine rağmen sonradan özellikle torun doğduktan sonra kızları ve damatları ile barışırlar. B- Şıkkı ise Rızalık olmadığı için barışın sağlanması giderek zorlaşır. Eğer kız buna rağmen evlenmek istemiyorsa sorunun ileriye taşınma ihtimali daha da büyüktür.
Sözlü kızı kaçırmak; Burada Rızalık 2 türlü zedelenmiştir. Hem kız ailesi, hem de kızın sözlü olduğu aile onurları zedelendiği için üzgündürler. Böyle durumlarda genellikle Dedeler ve hatırlı insanlar araya girerek çeşitli çözümler bulurlar. Bu çözümler genelde barışı sağlar durumdadır.
Nişanlı kızı kaçırmak; Buradaki durum daha da kritik olmasına rağmen genelde 2 numaralı sıralamaların şartları doğrultusunda bir türlü barış sağlanır. Ancak Rızalık derin bir yara almıştır.
Evli kadını kaçırmak; Buna Alevi Dedeleri veya hatırlılar pek bir şey yapamazlar. Burada Hakkın Rızası, Kâbe yıkılmıştır. Tek bir çözüm vardır. Evli kadını kaçıran kişi rızalığı çiğnenen kişiye gidip kendisini af ettirecek ve hakkında verilecek karara razı olacaktır (16). Evli kadına tecavüz etmek, evli kadını tecavüz ettikten sonra öldürmenin cezası…. Bütün bunlar Alevilik içinde yanıtı olmayan, başka bir deyimle soruna Alevilik içinde çözüm aranmayan suçlardır. Burada gönüllülük temelinde sağlanan Hakk- Muhammed –Ali inancının gereklerine uyulmamış, bu öğretiye tamamen ters olan durum meydana geldiğinden Dedeler ve toplumun ileri gelenleri yanıt verecek durumda değildirler. Sadece ara çözümler önerilir. Bu ara çözüm de tarafların birinin bölgeden uzak bir yere göç etmesidir.

Alevilerin köyden kente göçleri kendi mahkemeleri olan Hakk- Muhammed – Ali divanı kararlarının uygulanma koşullarını giderek zorlaştırdı. Kaldı ki artık Aleviler sadece kendi inançlarından olan insanlarla komşuluk etmiyorlar. İş, eğitim, askerlik, evlilikler, arkadaşlıklar, siyaset, sosyal yaşam gibi alanlarda toplum ve inançlar iç içe yaşamaktadır. Birinin inanç andeksli hukukuna bir diğeri uymaz. O zaman da bu hukuku uygulamanın koşulları giderek zayıflar ve hem dejenere olma (17), hem de kaybolma tehlikesi ile karşılaşır. Halbuki Alevilerin kırsal kesimde yaşadığı dönemde önemli davalarda (18) bir takım kararlar alma ve bunu uygulama koşulları vardı. Bu koşullar göç nedeni ile giderek yok olmaktadır.
Alevilerin bugün en önemli sorunu kent yaşamına özgü yeni düzenlemelere gitmektir. Bu düzenlemelerin en önemli yanı da birlikte yaşama hukukunu içeren Hakk- Muhammed – Ali divanını işlevsel hale getirmekten geçer.
Banka hukuku, Kıymetli evrak hukuku, Deniz Hukuku, Uluslararası Ulaşım hukuku, Sigortacılık Hukuku, Usul Hukuku, Medeni hukuk, Anayasa, Yerel Yönetimler yasası, İş hukuku, Telif hakları Hukuku, Spor ilişkileri hukuku vs. akla hayale sığmayacak hukuk normları ve terminolojisi gerekiyor (19).

Muhabbetlerimle
Kâzım Balaban
26 Kasım 2012 / Viyana

DİP NOTLAR :

1. Kadı ile ilgili değerlendirmeler böyle olmasına rağmen aksi istikamette durumlar da vardır. bu konuda Sarı Kadı örnek gösterilebilir. Hünkâr Hacı Bektaş Veli tarafından kendisine Ankara /Karacadağ yurt gösterilmiştir. Kaynak: Bütün yönleri ile Bektaşilik ve Alevilik, Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, 1. Cilt, s, 239. Ardıç Yayınları Temmuz 1998,

2. Aşık Dertli, Bolu ile Gerede arasında Yeniçağ bucağı, Şahnalar köyünde 1772’de doğmuştur, 1845’de Ankara'da Hakka yürümüştür. Kabri Gerede yakınlarında Esentepe'dedir.

3. Dar, Alevi /Bektaşi inancında Mürşüt’ün huzurunda durup halk ve Hakk mahkemesinde verilen kararı baştan kabul etme halidir. Mürşüt, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Hacı Bektaş Veli gibi uluların temsilcisidir ve Hakk divanında, adaletten ayrılmaz.

4. Fransız devriminden önce suçlular genelde suçun karşılığı olarak cezalandırılırlardı. Ancak daha sonra ki aydınlanma sürecinde Suç ve Ceza kavramları giderek daha farklı boyutlar kazandı. Modern hukuk artık suça şu 3 başlıklı bir proje ile bakmaktadır. A- Kişi suçludur ve suçu karşılığında hapis yatarak cezasını çekecektir. Bu beraberinde caydırıcılık da gerektirecektir. B- Suç karşılıksız bırakılmamalı ancak verilen cezanın da kamu vicdanını rahatlatması gerekir. Kamu vicdanı suç ve ceza konusunda orantılı /dengeli bir sonuç bekler. C- Suçlu da olsa onun insan olduğu unutulmamalıdır. Suçların bir kısmı toplumsal etkilerden beslenir. Bunun için suç işleme ortamlarının azaltılması esas alınmıştır. Suçlu cezasısını çekerken aynı zamanda bir rehabilitasyona tabi tutularak topluma kazandırılmaya çalışılır. Aksi halde cezaevinden çıkarken daha da kinlenmiş bir suç makinesine dönüşebilir.

5. İkrar vermek, Hakk Muhammed Ali yoluna bağlı olmak, onların yolunu sürdürmek ve bununla ilgili her türlü uygulamaları kabul etmek üzere söz vermek anlamına gelir. Bu söz Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ye verilmiş bir söz olarak kabul edilir. İkrarı bozmak bu değerlerden caymak anlamına gelir. İkrar halk arasında ayırca Musahiplik erkânına da denir. Musahiplerin aileleri birbirlerine yöre şivelerine göre‘’İnkrar, Yinkrar’’ diye hitap ederler. Bu sözler İkrar anlamına gelir.

6. İstisnalar hariç en ağır düşkünlük süresi 7 senedir. Dedelerin suç işlemesi halinde onu Pir’i yargılar. Bazı hallerde ise olay Düşkünler Ocağı’na havale edilir. Düşkünler Ocağı bir bakıma Aleviliğin Yargıtay’ıdır. Ocağı kuran Hıdır Abdal Sultan, İstanbul Karacaahmet Sultan Dergâhına adını veren Karacaahmet’in oğludur. Ocağın makam yeri Erzincan /Kemaliye ilçesi Ocak köyüdür.

7. Düşkünlük cezaları genelde dışlama şeklindedir. Düşkün olan kişiye kimse selam vermez. Kimse onun evine gidip gelmez. Köyde ortak yapılan tüm imecelerin dışına itilir. Örneğin onun hayvanları, köyün hayvanları ile birlikte otarılmaz. Ancak kişi suçlu da olsa onun bir ailesi vardır. Evde ekmek bekleyen çocukları vardır. Onların mağdur edilmemesine çaba gösterilir. Düşkünün çocukları ile ilişkiler sona erdirilmez. Suçlunun cezası bittiğinde düzelme eğilimi varsa Dede tarafından bir (Gulbang /Gülbenk) verilir ve genelde lokma dağıtılarak veya bir Kurban tığlanarak tekrar toplumun içine alınır.

8. Bostancı Baba menkıbesine göre 13. YY. başlarında Aydın –Denizli bölgelerinde yaşayan ve daha önce 99 kişi öldüren bir eşkıya çok pişman olmuş ve Hacıbektaş’ta Hz. Pirin huzuruna çıkmış. Hünkâr ‘’Hoş geldin yolcu, nereden gelir nereye gidersin’’ diye sormuş. Eşkıya, ‘’Aydın /Denizli elinden size niyaza geldim Pir’im. Bana orada Kara Kesici derler, Hoca Ahmet Yesevi soyundanım’’ demiş. Hz. Pir, ‘’İnşallah, Ahmet Yesevi ismine layık bir insan olmuşsundur’’ der ama eşkıya çok adam öldürdüğünü ve pişman olduğunu söyleyince Hz. Pir, ocakta yanan bir dalı ona uzatarak, ‘’Bu dalı götür bir bostanın kenarına dik. Gelene geçene ikram et. Ne zaman bu dal yeşerirse o zaman bilki günahların ‘’af’’ olmuştur’’ der. Kara Kesici dalı alıp gider ve eşkıyalık yaptığı bölgede bostan eker, elindeki kuru dalı yere diker. Tam 7 yıl boyunca, gelene gidene kavun, karpuz yedirir. Bir gün acele giden bir adama karpuz ikram etmek ister, adam durmaz, ‘’Acele bir işim var, şehre gidip bir Derviş’i şikâyet edeceğim’’ deyince Bostancı Baba buna sinirlenir ve onu öldürür. ‘’Öldürdüklerim 99’du şimdi 100 oldu, artık benim günahlarım af olmaz’’ derken bakar ki kuru dal yeşermiş. O sırada gelen köylüler adamın öldüğünü görünce ‘’Bu adam köyümüze gelen Erenlerden Dervişi şikâyete gidiyordu, köyümüzü kurtardın, Allah senden razı olsun’’ diye dua edip adamın cenazesini alıp giderler. Bostancı Baba, Hz. Pir’e niyaz edip olanları anlatır. Hünkâr ona ‘’Sende artık bu yolun göstericisisin’’ diye dualar eder. Bostancı Baba tekrar Bostan ektiği yere gelip mekânını kurar. Hacı Bektaş yolunda halka hizmet eder.

9. Pir Sultan Abdal ile Hızır Paşa arasındaki mücadele bunun örneğidir. Hızır Paşa bir zamanlar Alevi iken saf değiştirmiş ve Osmanlı düzeninin adamı olmuş ve dolayısı ile Alevilikten çıkmış ve/ya çıkarılmıştır.

10. Hilafet, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından, Memlüklerle yapılan Mercidabık savaşı sonrası 3. Mütevekkil’den alınıp Osmanlı’ya getirilmiş ve devletin yapısı hızla Emevi şeriatı ile yeniden dizayn edilmiştir. Osmanlının en kudretli döneminde yapılan bu değişiklik sonrası Osmanlı bilimden ve bilimsellikten hızla uzaklaşarak önce duraksama, ardından gerileme, en son da parçalanma sürecine girmiştir. Hilafet, Osmanlı’nın başına geçirilen bir kara çuvaldan öte bir şey değildir.
11. Şah İsmail (Hatayi), 17.07.1487- 24.05.1524 / Erdebil /Safevi Devletinin kurucu Hükümdarı /Şahı. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile 23.08.1514’de yapılan Çaldıran savaşında yenildi. Ancak Alevi Türkmenlerle olan ilişkisi zayıflamak yerine onun Ehli Beyt ve 12 İmam sevgisi içeren beyitlerini Aleviler sahiplendi ve severek, inanarak halen okumaktadırlar.
12. Pir Sultan Abdal’ın kast ettiği Divan, Ulu Divan’dır. Hakk’ın huzurunda yapılacaktır. Bu dünyada vicdan mahkemesinde, öbür dünyada da şefaatçi Hz. Muhammed huzuruda kurulacak divandır.
13. Yazımızın konusu esas itibarı ile Osmanlı dönemini kapsamaktadır. Aleviler Osmanlı döneminde genelde kırsal alanda yaşıyor ve sistemle barışık değillerdi. Zaten haklarında çıkarılan ölüm fetvaları nedeniyle de Kadı divanına gitmelerinin koşulları çok zayıftı. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Sistemle ilgili değerlendirme yapmaları ve yeni Cumhuriyette nasıl bir durum alacaklarının değerlendirmesi kendi içlerinde yapıl(a)madı. Bu konuda bugünkü koşullar için farklı görüşlerin ortaya çıkmaları da doğaldır. Zira Aleviler de artık genelde köylerde değil, sistemle iç içe ve kentlerde yaşamaktadırlar. Sistemle ilişkilerinin nasıl bir yol alması gerektiği henüz Alevilerin önünde duran ve çözüm bekleyen bir sorundur. Ancak her şeye rağmen günün koşullarına özgü yeni düzenlemelerin özden kopmadan yapılması öğretinin gereğidir.
14. Dedem Mehmet Balaban büyük bir Atatürk hayranı idi. Cumhuriyetle de bir sorunu yoktu. Arazi ve tapu gibi sorunlar dışında hiç bir zaman mahkemelerle işi olmadı. 1982’de birgün Pülümür /Tunceli’den bir yaşlı Balaban’lının bazı komşuları jandarmaya şikayet ettiği duyuldu. 12 Eylül faşizmi dönemiydi. Şikâyet edilen komşular Jandarma tarafından götürülmüş ve günlerce işkencelerden geçirilmişti. Bütün çevre yaşlı amcaya karşı mesafe almıştı. Bir gün bize geldi. Dedem ondan çok daha yaşlıydı. Uzak akrabası olmasına rağmen kendisine çok kızdı ve bu şikâyetlerin sebebini sordu. Yaşlı adam ‘’Amca benim kimsem yok. Oğlumu genç yaşta kaybettim. Torunlarım küçüktü. Bu adamlar bana çok zulüm ettiler. Ben de fırsatını bulunca onları şikâyet ettim’’ dedi. Dedem kendisine çok kızarak ‘’Sen ne yaptığının farkında mısın? Bizim inancımızda Hakk Muhammed Ali divanı dışında bir yere şikâyet edilmez. Bunu bilmiyor musun? Senin davanı kim temizler. Sen ikrarını bozdun’’ diyerek aşırı tepki gösterdi.
15. Rıza Şehri Beyannamesi /Medine Vesikası, Hz. Muhammed ve Hz. Ali tarafından kaleme alınmıştır ve 47 maddeden oluşur. Tamemen rızalık üzerine kuruludur.
16. Bu tür olaylar yaşanmıştır. Evli kadını kaçıran kişi yıllarca Düşkün olarak Alevilikten dışlanmış, her türlü Alevi içtihatından uzak yaşamıştır. Yıllar sonra yaraların kabuk bağladığı zaman diliminde, örneğin 30 sene sonra kişi eğer tekrar Aleviliğe dönmek isterse Alevi Dedeleri adama ‘’ Git karısını kaçırdığın adamdan Rızalık al, kendini af ettir. Ortada KUL HAKKI vardır. Allah bile kul hakkına karışmaz’’ derler. Adam, karısını kaçırdığı kişiye aracılar ile haber gönderir ve kapısına eşik olacağını söyler. Ve gidip dış kapının eşiğine kafasını koyarak bekler. Kadının eski kocası dışarı çıkıp kendisine şiddet uygulasa, silah çekse, veya en ağır hakaretleri yapsa dahi suçlu başı eğik bekler. Orada özünü turap (toprak) etmiştir. Dayak yerse el kaldırmaz. Küfür işitirse cevap vermez. Adam kendisini af ederse gelir ve yeniden Gülbenk alarak ve kurban tığlayarak tekrar Alevi olur. Adam kendisini af etmezse veya af etmesi gereken kişi daha önce vefat etmişse o kişi artık ömür boyu Alevilikten dışlanmıştır.
17. Şehrin birinde Musahip çocukları bir birlerini sevmiş ve evlenmek istemişlerdi. Aileleri ise inançsal nedenlerden dolayı bu evliliğe şiddetle karşı çıkıyorlardı. Üstelik kız tarafı Seyyid ailesinden geliyordu. Aileler rızalık vermeyince oğlan kızı kaçırdı ve sancılı bir süreçten sonra evlendi. Bölgede tanıdığım Dedelere ‘’Bu durumda ne yapabileceklerini?’’ sordum. Cevaben, ‘’Biz hiç bir şey yapamayız. Burada İkrar kavramı çiğnenmiştir. Çaresiziz’’ dediler.
18. Erzincan’a yakın bir köyde 1900’lü yılların başında şöyle bir olay yaşanmıştı. .... Ağa varlıklı bir toprak ağasıdır. Geleni, gideni eksik olmaz. Dedeler köye geldiğinde onun evinde konaklarlardı. ... Ağanın musahibi Hakka yürüyünce .... Ağa gibip Musahibinin hanımını getirip onunla evlenir. Konu, komşu, akrabalar bunu kabul edemezler ve kendisi ile selamı, sabahı keserler. Bahara doğru ... Ağanın Rehberi (Dede) köye gelir. Olayı duyunca ...Ağanın evine değil başkasına misafir olur. Orada Cem yaparlar. ... Ağa Cem’e davet edilmez. ... Ağa illede Cem’e gitmek ve derdini anlatmak ister. İçeri almazlar. Bir ayağı Cem meydanından içeride, diğer ayağı dışarda Rehber ile konuşurlar. ... Ağa neden Cem’e davet edilmediğini sorar. Dede, ‘’Sen ikrarını bozdun. Bu dünyada da, öbür dünyada da yerin yoktur. Cem’e giremezsin’’ der. ... Ağa, ‘’Musahibim vefat etmişti. Hanımı mağdur olmasın diye getirdim’’ der. Dede, ‘’Musahibinle evlenmeyektin. Mağdur olmasın diye kendisine bir ev alır, ihtiyaçlarını karşılardın. Evlenmek ikrarı bozmaktır’’ der. ... Ağa yalvarır. ‘’Hiç mi bir açık kapı yoktur’’. Dede, ‘’Hiç bir açık kapı yoktur. Eğer af diliyorsan, git canını feda et. Belki ikrar sahibi merhamete gelir. Sana bir ışık doğar’’ der. ...Ağa, ‘’O zaman ben gidip canımı feda edeyim ki çoluk, çocuğuma lanet edilmesin’’ der ve çıkar. Gidip bir Jandarma karakoluna taciz ateşi açar. Jandarmalar onu vururlar. Cenazesini almaya gelen akrabaları onu köyün mezarlığına değil, mezarlık yakınlarında bir çam ağacının dibine defn ederler ve mezarını da yapmazlar.
19. Son parağraf Cem Vakfı yöneticilerinden değerli dostum Sayın Murat Şahin canın katkısıdır. Kendisine katkıları nedeniyle teşekkür ederim.

-Kazim Balaban / Viyana-

Bu yazı 8541 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum